Gelecek Partili Yardım: Suriye konusunda her türlü sürprize hazırlıklı olunmalı

ABONE OL

Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ümit Yardım'a göre Suriye konusunda AK Parti iktidarı şaşırtan adımlar atıyor ve her türlü sürprize hazırlıklı olunması gerekiyor.

Reklam
Reklam

Gelecek Partisi’nin 'Düzensiz Göç' raporunu hazırlayan isimlerin başında  yer alan ve Suriye’de yoğun çatışmaların olduğu dönemlerde Tahran ve Moskova’da büyükelçilik görevlerini üstlenen Gelecek Partisi Dış Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ümit Yardım Gazete Duvar’dan Serkan Alan’a bir röportaj verdi.

‘TÜRKİYE’NİN EN ÖNEMLİ SORUNLARINDAN BİRİ DÜZENSİZ GÖÇ’

Gelecek Partili Yardım, hükümet ile Suriye rejimi arasındaki bir görüşmenin temelleri iyi atılmazsa ortaya çıkacak durumun maliyetinin çok yüksek olacağını belirtti. İktidar kanadından Suriye konusunda Davutoğlu’na yönelik suçlayıcı tutumu da değerlendiren Yardım’ın Gazete Duvar’ın sorularına yanıtları şu şekilde oldu;

Gelecek Partisi, 'Düzensiz Göç' başlığı altında hazırladığı raporu geçtiğimiz hafta kamuoyuna açıkladı. Bu raporun hazırlama süreci nasıl gelişti?

Ü.Y- Çok uzun yıllardır Türkiye’nin gündeminde olan, geniş tanımlamaları olan meseleyi "Düzensiz Göç ve Göçmenler" olarak bir kavrama oturtmaya çalıştık. Düzensiz göçlerde, bu zamana kadar yaşadığımız klasik gerginlik, iç çatışma, daha müreffeh hayata ulaşma gibi nedenler dışında yeni faktörlerin de etkili olduğunu raporumuzda söyledik. O nedenle Türkiye’nin ve uluslararası sistemin en önemli sorunlarından biri düzensiz göç konusudur.

'ALTILI MASANIN ÇALIŞMASI RAPOR DEĞİLDİ'

Biz bunu iki kanattan yürüttük. Gelecek Partisi’nin de dahil olduğu altılı masa bu konuda üç dört toplantı yaparak istişari çalışmalarımızı sürdürdük. Bu konudaki görüşlerimizi derinleştirdik. Bu sayın genel başkanlarımızın bize, 29 Mayıs tarihindeki toplantılarında vermiş oldukları bir görevdi. Ben de Gelecek Partisi adına o komisyondaydım. Çok verimli çalışmalar yaptık, birbirimizin yaklaşımını öğrendik ve birtakım notlarımızı da sayın genel başkanlarımıza sunduk. Bu çalışma bir rapor tarzında değildi çünkü görevimiz bunu hazırlamak değil, sadece istişarelerimizle ilgili birtakım değerlendirmeleri genel başkanlarımıza sunmaktı.

Raporunuzda, bu meselenin bugünün "sorunundan" ziyade, geçmişten başlayarak geleceğin de bir "sorunu" olduğunu, bu meselenin böyle ele alınması gerektiğini ifade ediyorsunuz değil mi?

Ü.Y- Evet. Çünkü bu sorunun geleceğini değerlendirebilmek için bugününü ve geçmişte neden kaynaklandığını da bilmemiz gerekiyor. Bu konuya ne sadece hukuk perspektifinden bakmak doğru ne de sadece insan hakları perspektifinden bakmak doğru. Bu sorunun özü bütün çerçeveyi bütün olarak görebilmek. Bu anlayış halinde bütün bakış açımızla konuyu ortaya koymak istedik.

‘GENEL BAŞKANLARIMIZIN TALİMATI RAPOR HAZIRLAMAK DEĞİLDİ’

Altılı masanın temsilcileri olarak oluşturulan 'Göç Komisyonu' olarak bir araya geldiğinizi ifade ettiniz. Bunun bir rapor olmadığını, görüş alışverişi yaptığınızı söylediniz. Bu komisyonun kurulmasıyla altılı masanın mültecilerle ilgili ortak bir tavır alacağı düşüncesi kamuoyuna yansımıştı. Sanırım bu açığa çıkmadı?

Ü.Y- Bize genel başkanlarımızdan 29 Mayıs’taki toplantının ardından verilen talimat bir rapor hazırlamak değildi. Böyle bir yükümlülüğümüz yoktu. Altılı masa geçtiğimiz süreçte değişik alanlardaki rapor hazırlama yükümlülüğünü kamuda reform ya da seçim güvenliği gibi alanlarda uyguladı. Bizimkisi ise bu konuyu bilen uzmanlar olarak bir araya gelip istişareler yapmaktı. Yeni hükümet döneminde bunları nasıl fiiliyata geçirebiliriz diye görüş alışverişi yapmaktı. Zaten bir rapor hazırlamadık. Bazı küçük notlar aldık. Bunlar da özet notlardır, toplantı tutanağıdır. Örneğin milletimizin bu konuya verdiği önemi, halkımızın gündeminde olduğunu hepimiz tespit ettik. Halkımızın bu nüfusu büyük bir fedakârlık göstererek, büyük bir ev sahipliğiyle ağırlamakta olduğunun altını çizdik. Ülkemizde misafir olarak bulunan bu insanların bütün şartlar zorlanarak, yani elimizden gelen siyasi ve iktisadi katkılar yapılarak anavatanlarına dönüşlerinin önemli olduğunu vurguladık.

Peki bu altılı masanın komisyonu toplantılarına devam edecek mi?

Teorik olarak evet. Bunun kararını almadık. 29 Mayıs toplantısında bize verilen talimat istişari ve açık uçlu görev olduğu için bana sorarsanız bundan sonra da tabii ki devam edecek. Çünkü biz bir rapor hazırlayıp defteri kapatmış değiliz.

‘ARADAKİ NÜANSLAR  ZENGİNLİĞİMİZ’

Sizden bir gün önce DEVA Partisi de "Sığınmacı Sorunun Çözümü ve Düzensiz Göçün Önlenmesi" başlığıyla bir eylem planını açıkladı. İki raporu karşılaştırdığımızda örtüşen noktalar ve örtüşmeyen noktalar var. Aynı masada çalışmalar ürettiğiniz için bu konuda farklı düşündüğünüze dönük bir değerlendirme de açığa çıktı. Sonucunuz aynı ama yöntemler mi farklı?

Ü.Y- Bugünlerde ziyaretlerde olduğumuz için DEVA’nın raporunu çok geniş okuyabilmiş değilim. Ama genel hatlarıyla baktığımda DEVA Partisi’nde de çözüm yönünde bir irade olduğunu, aslında tespit ve değerlendirmelerimizin birçok noktada örtüştüğünü memnuniyetle gördüm. Çok aşırı ve radikal çatışma alanı ben görmedim. Yöntem olarak usül farklılıkları olabilir. Altılı masa bünyesinde adı üstünde altı farklı siyasi parti var. Her birimiz ayrı siyasi partileriz. Sadece sığınmacılarla ilgili değil dış politikada, tarımda, ekonomide her ne kadar birlikte yürüyor olsak da farklı yöntemler farklı politikalar tabii ki olacaktır. Bunlarda bir çelişki görmüyorum. Farklılıkları da doğal olarak değerlendiriyorum. Önemli olan şudur. Biz altı parti bir aradayız ve yepyeni bir Türkiye’yi inşa etmek için bir araya gelmiş bulunuyoruz. Aradaki nüans farklılıklar ise sadece zenginliğimiz olur.

'İKTİDAR OLMA SORUMLULUĞUYLA ÖRTÜŞMEZ’

Suriye ve mülteciler konusu son dönemde Gelecek Partisi’nin oldukça gündeminde. Bu dönemde Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu’na, 4 milyona yakın mültecinin Türkiye’ye gelişinden sorumlu olduğu yönünde eleştiriler dile getiriliyor. Siz bu eleştirilere nasıl yanıt veriyorsunuz?

Ü.Y- Bir kere bir ülkede iktidar olmak, yönetim sahibi olmak her şeyden önce bir sorumluluk kavramıyla iç içedir. Öyle adımlar atacaksınız ki bunun olumlu yönlerini sahiplenebilmek kadar olumsuz birtakım yönleri varsa onu da sahiplenmeniz gerekiyor. Güllük gülistanlık bir Türkiye içerisinde "bunu ben yaptım", "Onu şu yaptı" gibi bir zihniyet her şeyden önce bir iktidar olma sorumluluğuyla örtüşmez. Türkiye’de 20 yıllık bir iktidar sürecini yaşatan yönetim bu şekilde düşünmüyor.

‘İYİ KOMŞULUK PROJESİNİN ÖNÜ KESİLDİ’

2010 yılından itibaren bu Suriye olaylarına bakmak lazım. Bir kitabı son sayfasından ya da ortasından değil en başından okumak lazım. Yaklaşık 50 yıldır Türkiye ve Suriye ilişkileri çok kötü idi. Çok büyük gerginlikler, çatışmalar yaşanıyordu. Bunun sebebi Soğuk Savaş döneminde Doğu ve Batı’nın çatışma alanlarından biri Türkiye ve Suriye idi. 2010 yılında Türkiye’nin de girişimleriyle ve karşılığını bulmasıyla, Suriye ve Türkiye çok önemli iş birlikleri açılımları yapmaya, ortak kabine toplantıları yapmaya başladı. Ancak Orta Doğu’nun bir gerçeği daha var. Böyle bir yakınlaşmayı tercih etmeyen, bunu kendi çıkarları içinde engel olarak gören Orta Doğu’da önemli aktörler var. Bunlar savaştan ve gerginlikten besleniyorlar. Onlar bu iki halkın, milletin bütünleşmesini hazmedemediler. Ve sahaya adamlarını sürdüler. Ben bunu bizzat yaşayan birisiyim. O kritik dönemlerde ben Tahran ve Moskova gibi iki ülkede büyükelçilik yaptım. O ülkelerin Suriye’deki gelişmelere nasıl baktıklarını, hatta derin devletlerinin nasıl baktığını bildiğim için bu sözleri nutuk çeker gibi değil bizzat yaşadığım için söylüyorum. Sonuç olarak bu iyi komşuluk projesinin önü kesildi. Dolayısıyla biz 2010’daki süreci hatırlamazsak 2022 analizlerini eksik yapmış oluruz.

'BU ÜLKENİN CUMHURBAŞKANI O DÖNEMDE YOK MUYDU?'

Partinizin lideri Davutoğlu’na bugün yapılan eleştirilerin haksız olduğunu mu ifade ediyorsunuz?

Ü.Y-Tabii ki. İktidar olmak demek hata ve sevaplarıyla bir yönetim anlayışını bünyede sindirebilmektir. Bugün iktidarımız ve onlara destek veren düşünce kuruluşları… Onlara şunu söylüyorum. 2009 ve 2010’daki görüşlerini, yazdıkları makaleleri hatırlamaları gerekmiyor mu? Dolayısıyla o dönemdeki süreç şayet başarılı olmuş olsaydı, ki çok arzu ederdim niye savaş olsun, başka ülkeleri de kapsayarak şemsiye projesine dönüşseydi bugünkü iktidar böyle mi düşünecekti? O zaman da "Ben yaptım" diye istismar etmeye çalışmayacaklar mıydı? Bu yaklaşımlar iktidar olmak açısından çok doğru değil. Sayın Davutoğlu 2009’daki yakınlaşmanın mimarıdır. Öte yandan da her şeyi bir kişi üzerine olumlu ya da olumsuz yığmaya çalışmak da bugünkü iktidarın en büyük zafiyetlerinden birisidir. Bu ülkenin cumhurbaşkanı o dönemde yok muydu? Bir başbakan yok muydu? Askeri yöneticiler yok muydu? Demek ki Türkiye’de bir iktidar yoktu ki tek kişi bunları yaptı. Bu sonuca mı varacağız? Başarılı süreçlerin sahibi belli ama bir süreç sekteye uğradıysa da sorumlusu belli. Böyle bir yönetim tarzı olamaz.

Davutoğlu partinizin rapor toplantısında, Suriye bağlamında iktidar kanadının kendisini sorumlu tutmaya dönük adımlar attığını söyledi ve buna tepki gösterdi. İktidar bugün o dönem yaşananlardan dolayı Davutoğlu’nu sorumlu mu tutmaya çalışıyor?

Ü.Y- Evet. Bunu bazı yapılan açıklamalardan, yandaş basın denilen çevrenin ifadelerinden çıkarıyoruz. Ama bu gerçek dışı. Bu tarihi olayların akışına uygun değil. Bu başarı öyküsü olmuş olsaydı iktidar çok farklı şekilde yorumlayacaktı.

'SURİYE’DEKİ REJİMİN MEŞRU OLUP OLMADIĞI KONUSUNDA SORU İŞARETLERİ VAR'

Altılı masanın hafta sonu yaptığı toplantının ardından Davutoğlu sosyal medya hesabından, "9 yıl önce Suriye rejiminin Guta'da gerçekleştirdiği kimyasal saldırıyı bir kez daha lanetliyor ve BM tarafından savaş suçu olarak tescil edilen saldırıda hayatını kaybedenleri rahmetle anıyorum. İnsanlık vicdanından koparak barış inşa edilemez" paylaşımını yaptı. Gelecek Partisi mevcut Suriye rejimine mesafeli mi? Bu rejimin iktidarını devam ettirmesine karşı mı?

Ü.Y- Bu soruya evet ya da hayır yanıtından daha çok bakış açımızı paylaşmak isterim. Sığınmacılar, Suriye dosyasının çözümü için birbirine entegre süreçler var. Bugün Suriye’deki hükümet, rejim veya devletin meşru olup olmadığı konusunda dünya küresel sisteminin bir takım soru işaretleri var. Nedense gelişmiş ülkelerde bir tek insanın bile hayatı büyük anlam taşırken öyle bir hale geldi ki Orta Doğu, yüz binlerce insanın ölümüyle ilgili bir konu gündemde yokmuş gibi konuşuluyor. Kimsenin "Suriye’de 500 bin kişi öldüğünden bize ne, bunun üzerine sünger çekebiliriz" gibi bir yaklaşımda olmaması lazım.

‘İRAN VE RUSYA BÜYÜK SORUMLU’

Suriye’deki iç savaş döneminde bir sürü aktörün katkısı olmuştur. Ben burada İran ve Rusya’yı en büyük sorumlular listesinde tutuyorum. Öte yandan bütün analizler şunu söylüyor. Bu açığa çıkan tablodan hem hükümet hem bazı radikal güçlerin hem de bahsettiğim iki aktörün sorumlu olduğunu söylüyor. Hatta DAEŞ’in verdiği zaiyattan çok fazlasını bu güçlerin yaptığını söylüyor. Karşımızda böyle bir aktör var. Bunun her boyutunu sorgulamak lazım. Biz Suriye ile ilişkilerimizin geçmişten çok daha güzel olmasını da arzu ediyoruz. Çok daha yakın iş birliği içinde olunmasını da Suriye’nin toprak bütünlüğünün olmasını da arzu ediyoruz. Böyle ilişkiler sistemine geçebilmek için tek mesele Erdoğan ile Esad’ın görüşmesi değil. Böyle bir gerçeklik yok.

'SORUN SİYASİ ÇÖZÜMLE AŞILAMADIĞI TAKDİRDE 3,7 MİLYON SURİYELİYİ NEREYE GÖNDERECEĞİZ?’

Neden biz bütün çalışmalarımızda güvenli ve onurlu geri dönüşten bahsediyoruz? Çünkü bu da siyasi çözümün önemli bir parçası. Bu konular üzerinde durmazsak Esad ve Cumhurbaşkanı Erdoğan bir sefer değil yüzlerce kez görüşseler de ortaya bir çözüm tablosu çıkmayacaktır. Suriye yönetimi ülkesinin topraklarının yüzde 50-60’ına hâkim. Kuzey’de yok. "Güvenli dönüş" diyoruz. Kuzey’deki sorun siyasi çözümle aşılamadığı takdirde Türkiye’deki 3,7 milyon Suriyeliyi nereye göndereceğiz? Kuzey’in üzerinden hava köprüleri kurup Suriye’ye mi göndereceğiz? Kaldı ki Suriye yönetiminin de bazı mesajlarında onların gelmemeleri noktasında baskısı var. Adeta “içimizdeki safraları temizledik” konumundalar. Öte yandan Türkiye’nin hâkim olduğu bölge sadece 10 bin kilometrekare. Ankara ile Polatlı arasındaki mesafe kadar. 3,7 milyon insan siyasi çözüm olmadan bu 10 bin kilometrekarelik alana mı sıkışacak? Tamam liderler görüşsünler. İki lider görüşmesiyle bu sorunlar ortadan kalkıyor derlerse biz buna neden itiraz edelim. Sadece Suriye’nin alt yapısının oluşturulabilmesi için en mütevazı kaynaklar bile 500-600 milyar dolar gereğinden bahsediyor. Neredeyse Türkiye’nin bir yıllık toplam dış ticaretinden daha fazla bir tutar. Bunları kim sağlayacak? Bu konularda iki lider görüşsün diyenler sorunun cevabını verebiliyor mu? Bunları bütünlük içinde görüp, güçlü diplomasiyle sahaya girmenin önemli olduğunu düşünüyoruz.

‘KİŞİSEL OLARAK SEMPATİK DEĞİLİZ’

Öte yandan oradaki yönetime bakış açısı… Biz kişisel olarak sempatik değiliz. Böyle bir muhatap olmak bakımından. Çünkü karşımızdaki yapının, kendileri de muhalefeti suçlayacaktır ama, çok büyük bir insan nüfusunun kaybının yaşandığı bir ülkenin yönetimi olduğunu da hep hatırlamamız lazım.

‘SURİYE KONUSUNDA HÜKÜMET BİZİ ŞAŞIRTAN ADIMLAR ATIYOR’

Son dönemde AK Parti iktidarının Suriye rejimiyle oluşturmaya çalıştığı bir diyalog olduğu değerlendirmeleri yapılıyor. Siz bu diyaloğu sürpriz olarak görüyor musunuz?

Ü.Y- Biz normalleşme adımları altında çok da başarılı süreçlerin olmadığını, Suudi Arabistan, İsrail, Mısır süreçlerinden görüyoruz. Biz normalleşme çabalarına karşı değiliz. Ama anlık, kişisel, alt yapısı iyice hazırlanmayan çabaların bir sonuç vermediği kanaatindeyiz. Suriye konusunda hükümet bizi şaşırtan adımlar atıyor. Düne kadar Türkiye’deki darbeden sorumlu tuttukları bir ülkenin yöneticisi gelip Türkiye’de en üst düzeyde ağırlanabiliyor. Suriye konusunda da her türlü sürprize hazırlıklı olunmalı. Biz hazırız. Ama iktidarımız bizi şaşırtmayacaktır. Şayet zihinlerinde böyle bir düşünce varsa bunun maliyetinin çok ağır olacağını, kolay kolay altından kalkamayacaklarını, bu süreçlerin çok iyi hazırlanması gerektiğini, özellikle Birleşmiş Milletler siyasi çözüm sürecinin devrede olması gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.

'MALİYETİ ÇOK AĞIR TÜRKİYE’YE DÖNER’

Mısır konusunda ya da İsrail konusunda o ülkelerin basınından gördüğümüz önemli tavizler almışlar. İsrail basını doğruysa "Türkiye’den isteyip de alamadığımız bir şey normalleşme sürecinde olmadı" diyor. Suriye ile atılacak bu tür alt yapısı olmayan bir adımın maliyeti ne İsrail ile ne Suudi Arabistan’la ne de Mısır’la normalleşme çabalarına benzemez. Bunun maliyeti çok ağır Türkiye’ye döner.

Ne tür bir maaliyeti kastediyorsunuz?

Ü.Y- Mesela İdlib konusunda bir sıkıntı doğduğunda, zaten bunun tepkilerini bazı muhalif gruplar geçen hafta verdi, Türkiye bırakın 3,7 milyon insanı tekrar Suriye’ye göndermek, çok daha fazla sayıda mülteci akınının tehdidi altına girecektir. Eğer bu işler planlı ve projeli yapılmazsa bu olacaktır.

'HALKIMIZ HÜKÜMETTEN ÇOK DAHA İYİ BİLİYOR'

İktidarın Suriye konusundaki girişimlerinden “olumlu” bir adımın çıkmayacağını düşünüyorsunuz. Peki bu adımlar seçim adımı mı? Size göre durum nedir?
Ü.Y- Böyle bir adımın atılıp atılmayacağını bilmiyoruz. Hükümetimizin dış politika alanını seçim süreci bağlamında kullanmaya çalışmaya eğilimli olduğunu biliyoruz. Artık dış politika eskisi gibi halkımızın uzak durduğu bir alan değil. Eski dönemlerde olsa dış politika başarıları hükümetler tarafından iç politikaya evrilmek istenebilir ve bunda başarılı olunabilirdi. Geldiğimiz noktada böyle bir Türkiye içinde yaşadığımızı hatırladığımızda halkımız bırakın başarıyı bunun maliyetinin ne olduğunu hükümetten çok daha iyi biliyor.

‘KRİZ ÜZERİNE KRİZ YAŞANIYOR’

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son dönemdeki dış politika adımlarının seçim için katkısının olabileceği değerlendirmeleri de yapılıyor.

Ü.Y- Ben buna katılmıyorum. Zihinlerinde böyle bir yaklaşım olabilir ama dış politikadaki başarısız tablo buna izin vermeyecektir. Hangi konuyu bir dış politika başarısı olarak aktarabilecekler? Ben bir örnek bulmakta zorlanıyorum. Kriz üzerine kriz yaşanıyor. Önümüzdeki aylarda çok ciddi bir kriz geliyor. NATO genişleme süreci… Geçen aylarda yaşadığımız İsveç, Finlandiya konusu önümüzdeki aylarda çok daha güçlü şekilde Türk dış politikasının gündemine gelecektir. Eninde sonunda Türkiye bu iki ülkenin adaylığını da onaylamak zorunda kalacak. Tablo net. Burada hükümet neyin başarısını anlatacak? Hükümetin kalbinden ne geçerse geçsin dış politikanın elverişli istismar unsuru olabileceğine şahsen inanmıyorum.